gölge etme yeter
gölge etme yeter
Omar Khayyam, Nizam al-Mulk, Hassan-i Sabbah
Aynı mahalle çocukları (!)..
3 ayrı adanmış hayat.
3 ayrı yol.
3 ayrı dava.
Bilim, sanat, felsefe...
Siyaset, akıl...
Şiddet, kan, gözyaşı...
Öyle ya da böyle inandıkları davanın peşinden gidip çığır açtılar.
MÖ. 399'da güçlü savunmasına rağmen kendini kasten suçlu göstererek idama giden bir yol. Yıl 2021 ve değişmeyen tek şey beyinlerin ölümü!
Yıllar önce Sokrates'i ve savunmasını incelediğim de aklıma Bernard Russell'ın şu sözü gelmişti; “Düşüncelerim için ölmeyi göze almam; çünkü yanılıyor olabilirim.” Ama sonra okumalara dalınca Sokrates'in olayının bambaşka bir derinlikte olduğunu gördüm ve anladım. Ne acıdır ki bir tek yazılı kaynak bile yoktur kendi elinden günümüze, bunlar ise Platon'dan bize kalanlar. Gerçekten felsefesini ve düşüncelerini asla bilemeyeceğiz. Bu savunma sonucunda da birçok psikolojik ve sosyolojik analiz yapılabilir ancak ne kendi haddime ne de başkasının haddine değil diyorum.
Onun hakkında diyeceğim tek şey şudur ki bir filozof düşünün samimi bir şekilde ömrünü Atina halkına, dürüstlüğe ve erdemli olmaya adamış. Kendini çok rahat infazdan kurtarma durumu varken inandığı dava uğruna ölümüne savaşmış ve 2500 yıl sonra da hala konuşuyor, örnek alıyor ve tartışıyoruz.
Meraklısına Sokrates ile igili bazı film ve video linkleri;
https://www.youtube.com/watch?v=KIa8nKTAI3M
https://www.youtube.com/watch?v=3LrrnADSdt0
https://www.youtube.com/watch?v=80AKf5z9plg
https://www.youtube.com/watch?v=Lh5smCIg6Sg
Bizzat Platon'un kaleminden yazılan apologie de socrate kitabından bizzat yorumlamadan can alıcı noktaları paylaşmak istiyorum.
Önemsemeniz gereken, benim doğruları söyleyip söylemediğimdir. Bir yargıca değerini veren budur çünkü hatibin değeri, doğruyu söylemesine dayanır.
İşte bu yüzden, kendimi savunurken beni suçlayanları karşıma alamıyor, gölgelerle savaşmak zorunda kalıyorum.
Bildiklerinizi saklamayın, bilmediklerinizi birbirinize sorup öğrenin.
Ben ondan biraz olsun daha bilgeyim çünkü bilmediğim şeyleri bildiğimi inanarak yaşıyorum.
Meletos, söyle bana, atlar için geçerli olan tüm hayvanlar için de geçerli değil mi?
Bir adam, değeri ister az olsun ister çok olsun, ölecek miyim kalacak mıyım diye düşünmemelidir. Düşünmesi gereken, kalkıştığı işleri eğri mi doğru mu yaptığı, yürekli mi yoksa ödlek mi davrandığı olmalıdır.
Ama belki de insana yapılacak en büyük iyilik ölümdür.
Kötü olduğuna emin olduğum şeylerden korkan ben, iyi olduğuna emin olamadığım şeylerden ne korkar ne de sakınırım.
Benim gibi bir adamı hiçe sayıp öldürmekle bana değil, kendinize zarar vermiş olursunuz. Çünkü ne Meletos ne de Anytos bana biraz olsun zarar verebilirler, değil mi ya, kötü bir adam iyi bir adama nasıl zarar verebilir? Belki beni idama mahkum edebilirsiniz, sürgüne yollayabilirsiniz ya da yurttaşlık haklarından yoksun bırakabilirsiniz; bu cezalar bana iftira atanların ve belki içinizden birkaçınızın daha gözünde büyük mutsuzluklar olabilir, yine de, ben öyle düşünmüyorum: Onların bir suçsuzu cezalandırmaya kalkışmaları, işte bu en korkunç mutsuzluktur.
Görevimin hapsedilmek ya da idam edilmek korkusuyla haksız, adil olmayan kararlarınıza boyun eğmek değil. yasanın söylediği doğruluğu sonuna dek savunmak olduğunu söylemiştim.
Onursuzluğu saymasak bile, Atinalılar, yargıçlara yalvararak bağışlanmak doğru değildir; doğru olan insanları aydınlatmak, yargıcı suçsuzluğuna inandırmaktır. Çünkü yargıcın burada bulunma nedeni bağışlamak değil, doğrunun ne olduğunu karar vermektir. Yargıcın görevi, gönlünün sesine göre karar vermek değil, yasaların buyurduğunu uygulamaktır. Yalan yere yemin etmemeye alışmalı, sizi de alıştırmalıyız; bunu yapmazsak Tanrıları küstürürüz.
Sizi, bilge Sokrates'i öldürdüğünüz için suçlayacaklardır.
Nutuk atmayı bilmediğimden değil, başıma gelenlerı hiç umursamadığım, başkaları gibi yalvarmayı kendime yakıştıramadığım, sizin duygularınıza seslenmeyi küçümsediğim ve benzeri nedenlerden dolayı idama mahkum edildim. Özgür bireye yakışmayan bu davranışı beğenmediğim için yapmadığımı kendimi bilidğim gibi savunduğum için pişmanlık duymuyorum. Küçülerek yaşamaktansa kendimi savuduğum gibi davranarak ölmek, benim için daha mutluluk vericidir.
Yargıçlarım, sizler de ölüm karşısında umutlu olunuz. Şunu anlayınız, iyi bir insan ne yaşarken ne de ölümünden sonra zarar görebilir; Tanrılar onun koruyucusudur.
Artık ayrılmanın zamanı geldi, yola çıkma zamanı: Ben ölmeye gidiyorum, siz yaşamaya. Hangisinin iyi olduğunu Tanrıdan başkası bilemez.
doru
"Bu dünyayı açıklama ve doğanın anlaşılması kaygısına "Fizyologlar" denen ilk fizikçiler ya da doğalcıların çabaları cevap verir gibidir: sözcük physis (büyüyen, değişen ve gelişen doğa) ve logos (nesnelerle ilgili bilim ya da söylem) köklerinden oluştuğundan, Yunancanın basit bir transkripsiyonudur. Bunların en ünlüleri İoniali Herakleitos ve Miletos okulu öncüleri Thales, Anaksimandros ve Anaksimenes'tir.
Tarih bize Thales ile ilgili belirsiz birtakım bilgiler bırakmıştır. Platon'un dediği gibi, bir gün, yıldızlara bakarken kuyuya düsen ve genç bir hizmetçinin alaya aldığı dalgın bilginlerin atası mıdır o? 28 Mayıs 585 tarihli güneş tutulmasını önceden haber verebilmek için bilimsel yöntemlere başvurmuş mudur? Belli bir bilimsel bilgi gerektiren bir çabayla, gölgelerinin uzunluklarını göz önüne alarak Mısır piramitlerinin yüksekliklerini ölçmüş müdür? Onun bu bilimsel buluşlarının hemen hemen tümü efsanedir. O halde, ne yapmıştır, Yunan dünyasına ne getirmiştir de modern bilimin kurucularından biri olmuştur?
Su ilk unsurdur, öteki uç unsur fiziksel olarak sudan çıkmıştır; hava ve ateş suyun basit yayıntılarıdır, toprak da suyun bir tur kalıntısı ya da deposudur. Simplicius'un deyisiyle onu şu sonuca götüren somut görünüşleridir; sıcak olan bir unsur yasamak için neme ihtiyaç duyar, bütün tohumlar nemlidir ve her besinin içinde özsu vardır, oysa, ölü olan kurumuştur. Burada Thales'in belirtmek istediği şey sudur; her varlığın geldiği yer besinini oluşturur onun; nemli, ıslak töz kendi besini olan sudan gelir, dolayısıyla toprak suyu temel ilke kabul eder ve bu unsur üstünde yüzen suya dayanır. Bu oluşum içinde eski kozmolojinin mitik yorumlarının yerine fiziki tipte bir açıklama getirme bağlamında harcanan cabaları ve niyetleri selamlamak gerekir. Böylece, Thales çoktanrıcılığı reddeder ve çok sayısı tanrıyı Antikçağ inançlarına gönderir: Tanrı ya da daha doğrusu "tanrısallık" şeytanların katılımı sayesinde dünyaya can veren akıldır; oysa, bu akıl ilk unsur olan suyla bir bütün oluşturur.
VI. Yüzyılda Miletos okulunun önderi olan Anaksimandros'a göre ilk unsur sonsuz ya da sınırsız maddedir: apeiron. Belirlenmemiş olan ilke kabul etmediğinden, onsuz sonsuzluk mümkün değildir, ama, tersine, nedeni dolayısıyla sınırlı olduğundan doğmuş değildir ve dolayısıyla sonsuz ve hareketsizdir. Bitimsizliğin bilmediği, değişen ve sınır gerektiren şey olandır. Böylece, sadece sınırsız olan bir ülke gibi kabul edilebilir. Anaksimandros felsefeye arche ya da ilke terimini getiren ilk filozoftur. Çünkü dört unsur karşılıklı olarak birbirlerini doğurmazlar: Thales düşüncesindeki gibi ötekilerin kökeni su değildir; tersine, sunu kabul etmek gerekir; varlıklar gibi sınırları olan fiziki unsurlar ortak ve tek, sonsuz bir ilkeden çıkarlar. Bu nedenle, hareket ve gelişmenin nedeni ya da ilkesi unsurun değişmesi değil, zıtlıkların sonsuz hareketiyle ayrılmasıdır. Bu dünya problemi konumunun felsefi önemi daha sonra Aetius'un ona getirdiği eleştiriyle (bu sonsuzluğun hava, su ya da başka bir töz olduğunu söylememek) değerlendirilir. Ama her töz sonlu ve belirlidir ve Anaksimandros'un söylediği budur. Doğmak bitmiş olmaktır, ölmek her şeyin ilkesine dönmektir ve dünyanın tanığı ya da tanıyacağı bütün varlıklar sonsuz sayıda olmuşlardır ve olacaklardır. Biz Anaksimandros'u Parmenides'in öncüsü Ksenophon'un hocası gibi görmek istiyoruz.
Ama belirsiz ve dolayısıyla töz olmayan bu öz anlayışı bu kadar erken bir dönemde anlaşılabilir miydi? Miletos'ta Anaksimandros'un ardılı Anaksimenes havaya sınırsızlık niteliği yükler. Nitelikli unsurların unsuru olan maddeyi belirsiz bırakmaz, hava gibi tanımlar. Daha ince olduğunda ateştir; yoğun ve çok güçlü bir bicimde hissedildiğinde rüzgâra, sonra buluta, sonra suya, sonra toprağa ve nihayet taşa dönüşür. Dümdüz toprak havada yüzen bir tekerdir ve güneş, ay ve öteki yıldızlar ondan doğmuştur. Dinsel yazılardan kalan ayrıntı çözümlemelerini dikkate alabilmek uygun olurdu hiç kuskusuz; bunlar sistemin bütünlüğünden daha değerlidir. Bununla birlikte, dünyanın fiziksel açıklamasını ilk kez yapanlar Miletos okulu Ionialilardir ve Anaksimandros da tümel bir ilkenin rasyonel gerekliliğini formüle etmiştir. Başlangıçta her şey bütündü, sayıca ve küçüklük olarak sonsuzdu. Tasarladığımız objelerde her şeyin parçacığı vardır. Her şey her şeyle karışmıştır. Otun yendiği zaman et olabilmesi için her şeyde her şeyden bir parça bulunması gerekir. Hiç kuskusuz, karışımın benzer parçalarından oluşan unsurları homeomeries adıyla belirtmiştir o ; gördüğümüz cisimlerin sonsuz çeşitliliği bu parçalardan oluşur. Ama Anaksagoras'ın ünü sadece ısrarla maddenin birliğini belirtmiş olmasından gelmez; idrak kavramını (nous) ilk kez o ortaya atmıştır; dünyanın mimari ve de eserlerinden bağımsız olan. Hiç kuskusuz Sokrates'in ağzından Platon ve Aristoteles onu eleştirmişler, gizemli bir düzen ve hareket ilkesine başvurduğunu ve hatta kimi zaman bu ilkeyi bir Deus ex machina gibi fizik sahnesinden çıkardığını iddia etmişlerdir. Ama Aristoteles onu ayni sağduyu sahibi insan olarak selamlamıştır: Anaksagoras, doğada, hayvanlarda olduğu gibi, düzen ve tümel düzenlemenin nedeni bir kavrayış olduğunu söylemiştir (Dumont, 2007: 17-20)."
Dumont, J. P., & Yerguz, İ. (2007). Antik felsefe. Dost Kitabevi Yayınları.
NOT: belkide miletos'un balonlarıydı, ancak bunu dünyada anlayacak filozof ve teolog çok az, sesli söylemekte sakıncalı :)
belli cografya sinirlarinda olmaz
23 Mayıs 1332'de Tunus'ta SOSYOLOJI dünyaya geldi ve kıyamete kadar yasayacaktır. Ahirette yerini ne alır bilemeyiz....
Düşünüyorum da diyalogları okuyan herkes kafasında ortamın bir betimlemesini çıkarmaya çalışır.
Benim tasvirim ise şu şekilde. Geniş bir ev ama dar bir oda. Tavanı ise gayet yüksek. Yerler sedir dolu. Odalarda tavana çıkan uzun sütünlar mevcut hafif stoa duvar tarzı ama sanmam. Bu sedirlerin planı diktörtgen şeklinde, ortada ise eğlence nevaleleri mevcut.
Genel olarak konuşmacı listesi:
https://en.wikipedia.org/wiki/List_of_speakers_in_Plato%27s_dialogues
Hikayenin hikayesi, derinliğin derinliği. Eskinin eğlence masaları günümüze ışık tutuyor. Okurken beynin yorulduğu elimize geçen bir kaç diyalog, sadece ki düşünün bunu ne sıklıkla belki yapıyorlardı. Belki de her şey günümüze kadar gelmiş olsaydı kimse ömrünü bu insanlara adamaz, okumazdı. Aynı etkiyi göremezdik.
"Sevgi" sorunsalı ile konuşmaya başlanıyor. Sevgi yüreği öyle bir şişirirki doğuştan yiğit olursun. Yiğitlere tanrı yürek üfler.
Sevenin sevgilisine gösterdiği sevgiden çok, sevilenin sevene bağlayan sevgidir.
Pausanias, Düşkün bir insanın arzularını çirkince kapılmak ne kadar kötüyse, değerli bir insana kendini güzel bir şekilde vermek o kadar iyidir. Düşkün dediğimiz; orta malı sevgiye düşen, candan çok bedeni seven adamdır. Bu sevgi uzun sürmez, çünkü sevilen şey sürekli değildir. Asıl sevdiği şey, sevgilinin bedeni bir çiçek gibi solar solmaz, sözler, antlarla birlikte sevgi de uçar gider. Bir insanı içi güzel diye sevense ömür boyu sever, çünkü sürekli bir şeye bağlanmıştır. İşte bizim geleneğimizin istediği, bu sevgililerin birbirini en iyi, en güzel şekilde denemesi, kötü arzulardan kaçıp iyi arzulara uymalarıdır.
---Evet demiş, Aristophanes, hıçkırığım kesildi, ama bu iş hapşırmadan olmadı. Ne tuhaf şey şu insan bedeni! Rahata kavuşmak için hapşırma gibi ne rahatsız, ne parıltılı gürültülü bir çareye başvurması gerekiyor! Ama şıp diye durdu hapşırınca.
İşte Phaidros, benim düşünceme göre ilkin sevginin kendisi her şeyden güzel, her şeyden iyidir, sonra da başkaları için daha başkaları için daha başka güzelliklerin, iyiliklerin kaynağıdır. Ona göre borçlu olduğumuzu bir mısra ile söylemek geldi içimden:
İnsanlar barışır, deniz durulur
Rüzgar diner,
Bir uykudur iner dertler üstüne.
Euripides, Hippolytos: "Dilimin verdiği sözden kafamın haberi yok mu!"
Sokrates diyologları (notlarımdan) 198b, 199abcde, 200de, 201abcde, 202ab
Mantineais; 211a ve 211c
*
Son olarak ise Dostluk bahsi geçer. Oldukça derin ve beyin yakan diyolaglar geçer ki kendileri de bundan bahseder. (Sokrates gençler arasına çağrılır, Hippotales Lysis'i nasıl seviyor? İnsan sevdiğini övmeli mi?
Kısaca seven mi skilir, sken mi sevilir, sevmeyen mi skilir, skmeden mi sevilir, sevilmeden mi skilir, skilmeden sevilmez ise her türlü neden skilen olur tarzında kısa ama beyni yok eden dostluk bahsi geçer. Okuyunuz.
215bcd
"ahlaki davranışlar tanrı tarafından emredildiği için mi ahlakidir, yoksa ahlaki olduğu için mi tanrı tarafından emredilmiştir"
Platon diyolaglarinda bahsi gecen konu. 2700 yildir Teoljiye can veren ikilem. Kendini en yakin buldugun cevapta biraz daha derinlesince tekrardan basa dönduruyor. Tanri'nin yoklugu degil varligini saglikli anlamak icin guzel bir ekilem.
Vakti olanlar icin begendigim bir makaleyi paylasmak istiyorum; https://medium.com/@erdemakyuz/euthyphronun-ikilemi-434f863c5a30
Siz ne dusunuyorsunuz?
enterestanda
her seye diz cökturen o
meraklisina
"Simdi de bir eğitimden yararlanıp yararlanamamasına göre tabiatımızı anlat bakalım, der Sokrates. Sadece girişi açık olan bir yeraltı mağarasıdır bu ve içi aydınlıktır; bu mağarada çocukluklarından beri tutuklu olan insanlar vardır. Bacaklarından ve boyunlarından zincirlenmişlerdir, baslarını çeviremezler, hiçbir harekette bulunmazlar ve mağara duvarından gecen gölgeleri izlemekten başka bir şey yapmazlar. Arkalarında, belli bir yükseklikte bir ışık yakılır, büyülü bir fenerden gelir bu ışık adeta ve bu ışık kaynağının önünde kukla tiyatrolarındaki küçük duvar işlevi gören bir alan vardır; bu küçük duvarın arkasından gecen insanların ellerinde ağaçtan ya da taştan insan ve hayvan figürlü çeşitli objeler vardır; bu figürler duvarı aşarlar ve gölgeleri mağaranının duvarlarına yansır. Bu figürlerin ve objelerin bazıları konuşur bazıları konuşmaz.
Bu gölgeler ve duvarlardan yansıyan sesler mahkumlar için tümüyle gerçeği temsil ederler. Kendilerine bir yığın hareketli gölge şeklinde yansıyan bu dünyanın görünümlerine kanan figürler ve objeler gölge ve görünüşlerden başka bir şey olmayan şeyleri dünya ve gerçeklik olarak adlandırırlar. Mahkumu, dekorun aslında yüzü olan tersine doğru dönmeye zorlamak son derece sıkıntılı, zahmetlidir, itaat etmezler... Biraz önce içleri boş, hayaletlerden başka bir şey görmedi söylenir ona ancak o daha gerçek görünüşlere boş hayallere tercih edecektir.
Ama daha fazla zorlamak gerekir ve günışığına, bale hocasının uşaklarının, kopyaların gölgelerinden başka bir şey olmayan üretilmiş objeleri salladıkları yere çıkaracak olan dik yolu tırmanmaya mecbur bırakmak gerekir mahkumu. Bu yeni ışıkla gözleri kamaşan mahkum sadece geldiği yerdeki karanlığın gerçeğine karşı çıkabilir. Onu önce gölgelere ve sudaki yansımalara, aya ve yıldızlara alıştırmak gerekir. Gerçekten de, yükselişin son noktası güneşi seyretmektir; filozofa göre güneş mevsimleri ve yılları yönetir ve can verdiği objeleri besler, ışığın ve gölgenin nedeninin ayni olması durumu değiştirmez. Duyular objelere yasam veren bu ışık ayni zamanda gerçek ve zeka da sağlar ve özel yasamda olsun, kamusal yasamda olsun, bilge bir yaşam için bu ışığı görmek gerekir.
Şiir diyalektiğe göre neyse mağara miti de çizgi alegorisinin göre aynı şeydir ve bu mağara miti kendini analojinin analojisi, görünür ve kavranabilir, gecelerin ışığı ve gündüzün aydınlığı arasındaki ilişkinin sembolü gibi göstermeyi basarmıştır.
Ama verdiği ders daha çok ahlak bir ahlak dersidir. Bu bağlamda, Platon'un kanıtlamak istediği gerçek şudur; her ruhunu içinde iyiliğe kadar yükselebilecek bir güç ve kendisi dönmeden harekete geçemeyen ve ruhu iyilik dediğimiz varlığın en parlak kısmını seyretmeye zorlayan göz gibi bir organ vardır. Felsefi eğitim tüm ruhun dönüşümünü düzenler. Çünkü ruhun tüm işlevleri arasında biri vardır ki kesinlikle en kutsal olan şeye aittir bu, tanıma yeteneği. Böylece, bilgi Platon için ahlaksal bir etkinliktir çünkü iyilik olan varlığı düşünmektir hedefi ve çünkü ruh onunlar ulaşabileceği en yüksek zirvelere ulaşabilir (Dumont, 2007: 57-58)."
Dumont, J. P., & Yerguz, İ. (2007). Antik felsefe. Dost Kitabevi Yayınları.
bitmedi
Atlantis?